FUAT YALÇIN'ın BLOG'una HOŞGELDİNİZ

Bu blogda satış ve pazarlama üzerine yazılar bulacaksınız. Yorumlarınızı bekliyorum.

Diğer bloglarımı da ziyaret ederseniz sevinirim.

Sunday, July 06, 2008

SATIŞ

Bir çok şirkette günlük konuşmalar ve toplantılar sırasında satış görüşmelerinin son aşaması "satışı kapatma" veya "satışı kapama" olarak adlandırılıyor. İngilizce’de kullanıldığı üzere “sales closing” dilimize aynen tercüme ediliyor.
Oysa kapatmak veya kapamak fiili Türkçe’mizde kapıyı kapama, birisini bir yerlere kapama, konuyu kapama gibi yerlerde kullanılırken bir işi sonlandırma, bitirme, hapsetme veya dışarı çıkmasını engelleme anlamına geliyor. Bir de kuzuyu kapama var, ama satış pek kuzuya benzemez değil mi?
Şaka bir yana satışı kapama deyimi kulağımızı biraz tırmalasa da kullanılmaya devam edecek gibi görünüyor, daha güzel bir tanımlama bulununcaya kadar. Satışı bitirme fazla avam, satışı gerçekleştirme sanki fazla kitabi gibi geliyor, kulaklarımızı rahatsız etmese de "ııh bu değil” diyoruz.
Adına ne dersek diyelim satış yapmak güzel bir şey. İnsanı mutlu ediyor ve bir hedefe varmış olmanın hazzını yaşatıyor. Tabi sonucunda para da kazandırıyor. Bu kadar çok olumlu özelliği bir arada taşıyan eylemi kim sevmez ki?
Fransızca‘da satışı kapama diye bir söylem yok. Fransızca’da “ferme” fiili kapamak anlamına geliyor, dilimize fermuar olarak geçen nesne ise o dilde bizim söylediğimiz gibi kullanılmıyor ses benzeşmesi olsa da. Fermuar (niye güzel bir Türkçesi yoktur bu sözcüğün? Kapa-geç nasıl? ) nasıl çalışır bir bakalım. Birbirinden ayrı iki malzemenin (kumaş vb) üzerinde dişler bulunur. Bu iki yanı bir bütün olarak birleştirmek üzere, iki yandan da dişleri sıralı ve düzenli olarak içine alan bir büyük parça başlangıç noktasından son noktaya kadar gider ve görevini yerine getirerek kapamayı sağlar. Fermuarın çalışma sistemine benzer şekilde çalışan bir başka sistemi trafikte görüyoruz. İki şeritli yol tek yola inerken veya iki yol kesişip bir tek araç geçmesi mümkün yollarda akışın sürekli olabilmesi için yolların veya şeridin birinden bir araç tek yola geçer sonra diğerinden gelen araç tek yolu, veya şeridi kullanır. Bu şekilde araçlar yavaşlasa da durmaya gerek kalmadan biri bir taraftan bir diğer taraftan aynen fermuar gibi akış devam eder ve araçlar kayar gider. Eğer böyle olmazsa yani hep bir taraftan araçlar akmaya çalışırsa diğer taraftakiler durmak zorunda kalır, bu da sistemi işlemez hale getirir,işler karışır. Eğer insanlar yani sürücüler birbirlerini sıkıştırmaya ve hep kendileri geçmeye kalkışırlarsa işler iyice karışır. İşte o zaman büyük ağabey yani fermuardaki büyük parça, trafikteki polis, devreye girer ve araçları düzene sokar. En iyisi iki tarafın da yavaşlayarak birlikte yola girmeleri ve birbirlerine yol vererek olayı bitirmeleri olsa gerek, fermuar sistemi gibi.
Peki satışta nasıl çalışır bu fermuar sistemi? Satışta karşısındakine yol verme, sırayla kapanışa doğru yol almanın birinci koşulu olarak konuşma sırasında olmalıdır. Yani önce bir taraf örneğin satıcı konuşur, sonra diğer taraf; alıcı soru sorar veya anlatır daha sonra konuşma karşılıklı şekilde gelişir. Eğer hep bir taraf konuşursa satış işleminin gerçekleşmesi zorlaşır. Hele hele satıcılar ben çok iyi anlatırım, ürünümü çok iyi tanıtırım diye ısrar edip sazı ellerine alırlarsa fermuar pardon satış kapanmaz. Satışın kapanması için gerekli olan temel konu ise aynı fermuarın dişlerinin sırayla kapanması gibi iki tarafın elde edeceklerinin eşit olmasıdır. Eğer satış işleminden satıcı memnun ayrılıyorsa alıcının da memnun olarak ayrılması gerekir. Daha açık ifadesi ile satış işlemi alıcıya da kazanç sağlamış olmalıdır. Satıcı alıcıya karşı iyi bir iş yaptığını hissetmeli, karşısındakine sağladığı kazancın bilincinde olmalı ve alıcının yanından ayrılırken yalnız satışın kendine sağladığı avantajları değil alıcıya sağladıklarını düşünerek te mutlu olmalıdır.
Satılan ürün veya hizmetle alıcı bir ihtiyacını gideremediyse ve sorununu çözemediyse satış fermuarının dişleri ancak tek taraf için çalışmış olur. Aynen trafikte tek şeridin geçmesi gibi. Maalesef güzel Türkçe’mizde bu kötü ve yanlış yolu ifade eden bir fiil de bulunmakta ve kısa vadeli düşünen satıcılar da bu fiili kullanmaktadırlar. Satışı kapama fiili yerine amirine veya arkadaşına hızla ve övünerek haber verirken “çaktım abi” diyenler alıcının (müşterinin) bu sözü duyması söz konusu olsaydı acaba bu deyimi kullanırlar mıydı?
Bu gibi hallere düşmemek için satıcı olarak kendimize daima şu soruyu sormamız gerekir. Benim gerçekleştirmek istediğim satış sonucu elde edeceğim sonuç beni mutlu edecektir. Aynı sonuç karşımdakini yani alıcıyı da mutlu edecek bir sonuç mudur? Eğer karşımdaki için adil veya eşit derecede olmayan bir çıkar ve memnuniyet söz konusu ise o zaman fermuar kapanmaz. Hatta biraz içinize doğru bakmayı biliyorsanız orada da kapanmamış bir şeyler göreceksiniz.
Sizin satış kotanızı tutturmanız ,tabelanıza bir şeylerin yazılması kısa vadeli olarak sizi mutlu etse de şirketinizin uzun vadeli çıkarı için fermuarın tam kapanması gerekir.

Sunday, June 15, 2008

EN BÜYÜK JUPİTER BAŞKA BÜYÜK YOK

EN BÜYÜK JÜPİTER BAŞKA BÜYÜK YOK?
Müşteri kimdir? Nedir? Önemli midir? Kim müşterisini kaybetmek ister?
Bu soruların yanıtlarını kolayca verebileceğinizi düşünüyorsunuz değil mi?
Haklı olabilirsiniz. Ama yine de gelin biraz irdeleyelim bu kavramları ve soruların yanıtlarını; bundan sonra bir kez daha, bu sefer daha bilinçli olarak yanıtlayalım.
Basit tanımı ile bir malı ya da hizmeti bir bedel karşılığı alan kimse müşteridir. Gelin bir de bu sözcüklerin kökenini inceleyelim, Türkçe’mize ve diğer dillere şöyle bir bakalım:
MÜŞTERİ: Türkçe’ye müşteri sözcüğü Arapça’dan girmiştir. Şira satın alan veya tüccar ya da esnaf ile alışverişte bulunan kimse olarak tanımlanmaktadır.

Bir de İngilizce’ye bakalım:
CUSTOM: diğer anlamlarının yanı sıra bir tüccara, satın alan tarafından verilen destek anlamına geliyor.
CUSTOMER: satın alan veya destek veren kimse
Aynı şekilde müşteri karşılığı kullanılan Client sözcüğü ise yardım alan veya akıl danışan kimse anlamına gelmektedir.
Bir de Almanlara bakalım onlar ne diyor?
DER KUNDE: kökeni können , (yapabilmek) fiiline dayanıyor. Tanınan, bilinen anlamına geliyor.
Eskiden yerli anlamına gelirken 16. Yüzyıldan bu yana satın alan, tanıdık anlamlarına geliyor. Halk dilinde arkadaş adam, herif gibi kullanıldığı da belirtiliyor etimoloji kitaplarında.
Buradan anlaşılanları özetleyecek olursak , müşterinin bir şeye ihtiyacı olan, bu ihtiyacı için bir alımda bulunan ve Almanca’ya bakarsak tanıdık bir kişi olduğu anlaşılıyor. Tanımanın önemini daha ilerde göreceğiz. Sözcük olarak üç dilde de kökenleri bizi aynı yerlere götürüyor.
Buradan hareketle müşterimize yaklaşalım bakalım , neler göreceğiz.
Bir de patron sözcüğü var ama onu incelemeyi daha sonraya bırakalım, çünkü…. e onu da sonra öğrenirsiniz.
Durun durun daha bitmedi, Türkçe’de bir yerde daha kullanılıyor müşteri sözcüğü. Jüpiter’in Türkçe’de iki karşılığı var biri Erendiz ikincisi Müşteri.
Jüpiter’i incelediğimiz zaman , onun en büyük gezegen olduğunu öğreniyoruz. Müşteri de “en büyük” mü acaba?
Biraz daha bakınca Jüpiter’in Roma’nın Zeus’a tekabül eden tanrısı olduğunu görüyoruz. Yani mitolojinin en büyük tanrısı. İnsanlara yol gösteren, onlara ışık tutan tanrı. Diğer tanımı ile de tanrıların kralı.
Özetlersek Müşteri” kral”dır.
Müşteri yol gösterir, yardım eder.
Müşteri “en büyük” tür. Müşteri tanıdıktır.
Müşteri kutsaldır.
Kitaplarda koruyucu Tanrı olarak geçen Jupiter’ in büyüklüğü tartışılmıyor, o halde çalışma sloganlarımıza artık bir ek yapabiliriz.
EN BÜYÜK JÜPİTER BAŞKA BÜYÜK YOK?

YİNE SATIŞ

SATIŞ, SATIŞ YİNE SATIŞ
Napolyon bu gün yaşasaydı mutlaka satış satış , satış derdi. Çünkü satış olmazsa para olmuyor . Daha doğrusu kazançlı satışlar para kazanmanın ve uzun vadeli yaşayabilmenin ön koşulu. Satış bu kadar önemli olunca bu konu üzerinde biraz daha ayrıntılı durmanın gerektiğine inanıyorum. Bu yazıların bir çok yerinde satış ile ilgili fikirler bulacaksınız, başka bir şekilde ifade etmek gerekirse bu yazıların merkezi, müşteri ve satış olduğu için burada anlatılanların hepsi satış üzerine yazılmış yazılardır da diyebilirim. Ama yine de satışın kendisi hakkında biraz ayrıntılı olarak durmakta yarar var.

Satıcıdan başlayalım. İster bir ürün, ister bir hizmet satın, ister bir bankada çalışın, ister bir sigorta şirketinde, ister bir kuaförde, ister bir beyaz veya kahverengi eşya satış organizasyonunda çalışın, sahip olmanız gereken ve ürün veya hizmetinizden bağımsız olan bazı özelliklere sahip olmanız gerekir. Birinci özellik ilişki insanı olmaktır. Yani insanlarla kolayca ilişki kurabilmeli, rahatlıkla onlara yaklaşabilmesiniz. İlişki insanı bu özelliklerinin yanı sıra, kendi bilgi, deneyim ve eğitim durumunun, görev ve makamının satış anında çok önemli olmadığını, müşteriye sağlanacak yararın ne olduğunu bilen, algılayan kişidir.
İkinci özellik yine kendinizle ilgilidir. Konulara olumlu yaklaşabilmeli, iyimser olmalısınız ve ilk “ hayır”da pes eden tipte olmamalısınız.
Unutmayın “satış müşteri hayır dediği zaman başlar.”
Bir başka özellik ise tümüyle dış görünüşle ilgilidir. Bu özellik üç konuyu kapsar 1) giyiminiz 2) yüzünüzdeki gülümseme 3) gözünüzün içindeki coşku. Satış guruları alıcının kararını ilk yüz seksen saniyede vermeye yatkın olduğunu söylüyorlar. O halde ilk etkiyi yaratmak için tek şansınız var, bunu kaçırmamalısınız.

Kendinizle ilgili bir diğer özellik de konuyu, piyasayı, ürünü ve müşteriyi bilerek konuşmanızdır. Bunun için hazırlıklı olmanız, olmazsa olmaz koşuldur. Hiç bir satış görüşmesine hazırlık yapmadan gitmeyin. Bırakın o randevu iptal olsun, bir kez daha randevu alabilirsiniz ama hazırlıksız giderseniz telafisi mümkün olmayan bir duruma düşme olasılığınız çok yüksektir.

Satış görüşmelerinde düşülen en büyük hata satıcının çok şey anlatmak istemesi ve çok konuşmasıdır. Her konuda olduğu gibi burada da kantarın topuzunu kaçırmamak gerekir. Çok konuşan çok hata yapar. Daha da fenası söz bir kez ağzınızdan çıktıktan sonra onu geri alma olanağınız yoktur. Kendinizi, şirketinizi bağlayacak ve yapılması mümkün olmayan sözler verirseniz satışı yapsanız bile, çıkmaz sokağa girmeniz kaçınılmazdır. Bunun faturası bir şekilde şirketinize çıkacaktır. Aslında yapılacak iş basittir. Bırakın müşteri konuşsun. Bırakın rahatlasın , çünkü o rahat olduğu zaman ve kendini güvende hissettiği zaman ve sizinle bir ilişki kurmaya başladığı zaman satışı yapmanız olasıdır. İnsanlar konuşmayı sever. Bırakın o konuşsun, siz dinleyin. Çünkü o, konuşması sırasında hem biraz önce sözünü ettiğim konuma girecek, hem de size ipuçları verecektir. Sizin bunlara şiddetle ihtiyacınız vardır . Nedir bu ipuçları? Alıcı ne istiyor? Ne bekliyor? İhtiyacı nedir? Nerede bir darboğazı var? Sizin ürünleriniz ve çözümleriniz onun ihtiyaçlarını nasıl karşılar? Bir yandan o ipuçlarını verir bir yandan rahatlar , aynı anda siz tatlı ve anlayışlı gülümseme ve etkin dinleme ile ona katılır ve bu arada kendi konuşacaklarınızı yani müşterinin sorunlarını çözecek önerileri düşünme fırsatı ve zamanı bulursunuz. Kendine güvenli, çözümleri ve yararları içeren konuşmanız sırasında iyi seçilmiş sözcükler, hızlı düşünme yeteneği, ve vücut diliniz sizin fikrinizi karşınızdakine kabul ettirebilme, onu ikna edebilme ya da ona satış yapabilme konusunda ana etkenler olarak ortaya çıkacaktır.

Satışın bir diğer tarifi de karşındakinin duygu ve düşüncelerini anlamak, ona katılmak ve çözümler sunmaktır. Aslında satış ister inanın ister inanmayın psikolojik bir işlemdir. Böyle olmasaydı herkes fiyat listelerini ve ürün özelliklerini yayınlar, müşteri de kendine en uygun olanı listeden, katalogdan, internetten seçer ve alırdı. Gerçek hayatta. ürün ve hizmetlerin büyük bir çoğunluğu için, böyle olmadığı için satıcının önemi büyüktür.

SATIŞ ÜZERİNE

Kutsal kitap başka türlü söylüyor ama başlangıç neresi acaba? İnsanoğlunun yaşamaya başladığı ansa, satış mutlaka orada vardı. Havva’nın Adem’den elmayı koparmasını istemesi herhalde ilk satış işlemi olmalı.
Kitabi tanımlara kısılıp kalmadan düşünelim. Satış yaşadığımız anın her aşamasında karşımızda var. İlla bir malın bedeli karşılığı el değiştirmesi olarak ifade etmeye kalkarsak, ne insanı ne de yaşadığı süreçleri tanıyoruz demektir. Bir gün araba ile tatile gidiyorduk. Uzun yolda ben, eşim ve 5 yaşındaki kızım sıkılmamak için şehirlerarası yolda kaset dinliyorduk. Kızım arka koltuktan tatlı bir şekilde bana yaklaştı ve babacığım şu senin çok sevdiğin bir kaset var ya onu dinleyebilir miyiz diye bana sordu?
Ben de bu nereden çıktı diye düşünemedim ve kızımın ne kadar anlayışlı olduğuna vererek benim sevdiğim kaseti dinlemek üzere teybe sürdüm. Aradan beş dakika geçmeden kızım tekrar yaklaştı ve gülerek :
“Babacığım senin sevdiğin kasetten sonra Barış Manço’nun kasetini koyabilir miyiz?” dedi. Hadi gel de satın alma.
Buna benzer satış işlemlerini hayatımızın bir çok alanında görmekteyiz.
Daha ileri gitmeden bir uzmanlık sorusu soralım.
Son zamanlarda bir çok sınav test usulü olarak yapılıyor.

Gelin biz de bu şekilde bir soru ile devam edelim:

Aşağıdakilerden hangisi farklıdır?

a) yolcu b) futbolcu c) hasta d) seyirci e) öğrenci

Eğer bu bir Türkçe sınavı olsaydı doğru yanıt herhalde hasta olurdu, çünkü diğer yanıtlar hep ci, cu ile biterken bir tek o farklıdır. Oysa konumuz satış olduğuna göre doğru yanıt futbolcu olmalı. Çünkü diğerlerinin hepsi bir “müşteri” dir. Yani hepsi bir hizmet veya ürün alımı yaparlar. Seyirci giriş parasını öder ve bir film, konser veya maçı izler. Yolcu seyahat eder, bilet parasını öder bunun karşılığında. Burada satıcı otobüs veya uçak şirketi veya onun temsilcileridir. Hastanın bir sorunu vardır, doktora gider muayene olur parasını öder, tedaviye başlar. Burada da hastane veya doktor satıcı konumundadır. Öğrenci sınıfta öğretmenin verdiği bilgileri alır. Eh burada da öğretmenin satıcı konumunda olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Futbolcu ise bir müşteri değil bir satıcıdır. Çünkü transfer parasını alıp milyarları cebe indirmiştir ama bunun karşılığında emeğini sarf edip performansını sunmak zorundadır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özellikle karı koca ilişkisinde bir çok kez satış işlemi görülür. Hanım kocasına mobilyaları veya perdeleri değiştirmek istediği zaman bu fikri ona satmak zorundadır. Allah için hanımlar bu işi en az çocuklar kadar iyi becerirler. Öte yandan siz amirinizden onay almak için ona bazı şeyleri kabul ettirmek zorunda kalabilir ve ona fikrinizi satabilirsiniz. O da size niçin düşük zam verdiğini anlatmak yani bu fikrini size satmak zorunda kalabilir bazı zamanlarda. Ama satış işlemlerinin en önemlisi belki de en zoru gençlikte yapılır. Okulda veya mahallede “sizinle arkadaş olabilir miyiz ?” diye bir kıza yaklaştığınız günler pek mi uzakta kaldı? O size ne demişti hatırlıyor musunuz? Hadi hadi eski günleri deşmeyelim. Satış başlangıçta vardı , şimdi yaşadığımız anda da var ve hep bizimle birlikte olacak. Aslında pek de kötü bir şey değil bu satış galiba. Zaten satış yaparken birisine kötü bir şey yaptığınızı hissediyorsanız ya da karşınızdaki bu işlemden bir yarar sağlamıyorsa satış işlemi başarılı olmuş sayılamaz.

Öte yandan satış gerçekleşmediği zaman, asıl kaybedenin işi başaramayan satıcı mı, yoksa iyi bir ürün veya hizmetten mahrum kalan yani bir fırsatı ıskalayan alıcı mı olduğu konusunun, her olayın kendine özgü koşulları çerçevesinde düşünülmesinin yararlı olduğunu sanıyorum. Bu yaklaşımın bir teselli ya da bahane olarak değil, olaylara değişik yönden bakma alışkanlığımızı geliştirmek ve buna dayanarak yeni yöntemler bulmak konusunda bir yol gösterici yaklaşım olarak, faydalı olacağını düşünüyorum.

NE KADAR HİZMET?

İstanbul’da araba kullanmanın ve sinirlenmemenin mümkün olmadığını herkes bilir mutlaka. Öte yandan trafikte yaşananların hayatımıza yansımasından onlarca ders çıkarmak mümkündür. Ben eskiden trafikte başka sürücülerin yaptıkları hataları gördükçe çok kızardım ve onları uyarmayı düşünürdüm. Ama artık bunun faydasız olduğunu kendi ruh sağlığım açısından daha sakin olmam gerektiğini, deneme yanılma yolu ile saptayarak olsa gerek, anladığım için pek kızmıyorum. Ama geçenlerde araba kullanırken pek sinirlendim. Bu sefer yanlış kullanma değil, önümde giden bir kamyonette yazılı olan slogandı beni kızdıran. Belli ki firmasının hizmetinin önemini vurgulayan bir söylem yaratmaya çalışan firma sahibi veya sorumlusu abartı derecesinde ileri gitmişti.

“MAKSİMUM HİZMET MİNUMUM KAR”
Hangi işi yaparsa yapsın, hangi ürünü satarsa satsın, böyle yola çıkan birinin kısa zamanda işi terk edeceğini söylemek müneccimlik değildir. Böyle bir söylemin yanlış olduğunu anlatmak isterdim o sloganı yazdıran kişiye. Hiç bir iş adamı iş kurarken yüce değerler için (hizmet de olsa) iş kurmaz. İş “ Para kazanmak” için kurulur. Hangi dalda çalışacağınızı seçerken sevdiğiniz ilgi duyduğunuz bir alanda çalışmayı yeğleyebilirsiniz, daha çok kar getiren diğer alanlarda çalışmak yerine, biraz daha az kazandıran ama kendi ilgi alanınızdaki bir iş kurmayı seçebilirsiniz. Ama, bu sizin yatırım yapmadan önce alternatif işleri irdelemenizi ve en karlı hangi yatırımı buluyorsanız o alanda yatırım yapmanızı ve iş kurmanızı engellemez. Eğer kar etmeyecekseniz yatırımı yapmamak ta bir seçenektir. Gidip başka bir hisse almak veya paranızı bankada değerlendirmek sizin seçiminiz olabilir.
Öte yandan işi kurduktan sonra az kazanalım da, müşteriye çok hizmet götürelim demek yalan değilse hesap kitap bilmemek demektir.Müşteriye hizmet götürmenin de bir maliyeti vardır. Ya daha kaliteli bir mal üretmeli veya satmalısınız ya da kaliteli bir hizmet sunmalısınız. Kaliteli hizmet ancak kaliteli elemanlar tarafından sunulabilir. Kaliteli ürün ise, kaliteli malzeme ve ekipmanlarla elde edilebilir ancak. Bu ekipmanları da işi bilen kalifiye elemanlarla çalıştırabilirsiniz. Kaliteli eleman ortalamanın üstünden daha yüksek maaşlı eleman demektir. Siz iyi elemana gerektiği kadar ücret ödemezseniz birileri mutlaka ödeyecektir. Bu işi ben kardeşimle kuzenimle yaparım demeyin , onlar da kendi çıkarlarının nerede olduklarına bakacaklardır günün birinde. Başka bir yol da bir elemanı çok iyi eğitmek olabilir. Uzun vadede ona yapacağınız yatırım aslında aynı hesaba gelir. Çalışmakta olduğunuz alanda kar etmediğiniz, birikim yaratmadığınız sürece müşteriye geri dönüp daha iyi hizmet vermeniz mümkün değildir.

Sunday, November 26, 2006

BUGÜN PAZAR, ŞİİR GÜNÜ OLSUN

Baudler , "ekmeksiz bir gün geçirebilirsiniz ama şiirsiz bir gün asla!" der. Hayatınız çok yoğun hep koşuşturuyorsunuz. Şöyle bir nelere vakit harcadığınızı inceleseniz bakalım neler göreceksiniz. Aklınıza hiç şiir okumak gelir mi? Her gün değil ama hiç olmazsa işten, maçtan, Tv'den, gazeteden bir an için alın kendinizi ve girin şiir dünyasına hiç olmazsa bir kaç saniye.
Lise sıralarındaki açıklamalı şiir hatıralarınızı bir yana koyun ve yeni bir dünyaya gidin , belki de var olduğunu bildiğiniz ama farkında olmadığınız.

Buyurun:

SENLİ
Yaprakları dökülünce ağaç
Kuşyuvasını saklayamadı

Seni okşarken elim
Ağustos sularında sürükleniyor

Bir gelincik tanık
Sayısız papatyanın beyazlığına

Arif Damar

Thursday, November 23, 2006

PAZARLAMA 2.0

22 kasım günü Hilton Convention Center'da MMI tarafından düzenlenen Etkileşimli Pazarlama zirvesine katıldım. "Etkileşimli " İnteraktif karşığı olarak kullanılıyor. Toplantı sırasında yetkin konuşmacılar birçok konuda katılanları aydınlattılar. Ben en çok Alemşah beyin sunumundan etkilendim. İnteraktif dünyada neler oluyor sorusuna çok geniş bir yelpazede yanıt verdi Belki anlatamadağı( sunuma sığdıramadığı) daha çok şey vardı. Gelecekte neler olabileceğinin de ipuçları vardı sunumda.
İnteraktif dünya sanırım geleceği şekillendirecek.
Aşağıda Selçuk Tuzcuoğlu Dostumun yorumları var , fikirlerine tümüyle katılıyorum eline sağlık Selçuk.

Quote
Öncelikle başarıyla tamamlanan Pazarlama 2.0 zirvesi sebebiyle emeği geçen herkese yürekten teşekkürler.
Dün bu camia içersinde bulunmaktan gurur duydum.
Tam kadro olarak orada bulunmamız, kitapçıklarımızın yetiştirilmesi ve dağıtılması, yemek organizasyonunun başarısı, elektronik sistemlerinde hiçbir "murphy kazası" yaşanmaması bence önemle vurgulanması gereken güzelliklerdi.
Organizasyonumuz başarıyla tamamlanmış olsa da bazı ufak tefek konulardaki gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Amacım eleştirmek değil, gelecek organizasyonlarımızı mükemmelleştirmek...
1. Programdaki sarkma sonlarda katılımın azalmasına yol açtığı için gelecek seminerlerimizde başlangıç ve bitiş zamanlarına daha fazla uymaya çalışsak iyi olur.
2. İsimliklerde isimlerimiz için bence oldukça küçük bir yazı karakteri seçilmiş. Fazla yaklaşmadan okunmuyordu. Bence uzaktan seçilebilecek kadar büyük yazılsa iyi olur.
3. Kanımca MMI' ın kuruluşu ve amaçları, bu zirvenin MMI için de bir ilk olduğu; moderatörler tarafından bir az daha vurgulanabilirdi. Hatta Özgü' nün tespitine göre kitapçığı seminer katılımcılarını tanıtan bir broşür olarak algılayanlar da olmuş.
4.Kendi şahsıma Alemşah Öztürk' ün sunumunu çok bilgilendirici, Bülent Boytorun' un sunumunu çok aydınlatıcı, Fatoş Karahasan' ın sunumunu ise içerik olarak olarak ilginç fakat sunum tekniği açısından fazlasıyla akademik buldum. "Vaka analizleri" yararlı oldu ama, "Ustalarla 10 soru/cevap" biraz güme gitti gibi geldi bana.
5. Yarışmaların ve ödül törenlerinin titizlikle yapıldığında organizasyonlara prestij kattığına inanıyorum. Hürriyet sponsorluğuna rağmen Kariyer.net' in ödüllendirilmesi prestij kazandıran bir jestti. Bu sebeple toplantılarımızda konuştuğumuz "yılın markası, ürünü, hizmeti, medyası, pazarlama yöneticisi, CEOsu gibi yarışmalarımızı da yavaş yavaş planlamamızda yarar var diye düşünüyorum.

Tekrar ellerinize sağlık.
Daha nice başarılı organizasyonlarda birlikte olmak dileğiyle...
Selçuk
Unquote

Monday, November 20, 2006

Yine kasım

20 kasım Sigarayı bırakma günü. Kendine iyi bakmak isteyen dostlarım. Bu sorunu çözmüş olmanızı diliyorum.
24 kasım Öğretmenler günü. Hangi öğretmenimi ansam ki? Hepsi bir şeyler katmıştır bana mutlaka. Kimi öğrettiklieriyle, bilgileriyle, kimi de bilgelikle ve insani büyüklükle.
Sevgili okullarım, sevgili öğretmenlerim ben değerinizi biliyorum.

KASIM AYI

Kasım ayı hüzünlüdür. Eski İstanbul kasımları iyice soğuk olurdu. Ama şimdi sanki eski ekim gibi yapraklar kızarmış düşmeden önce, sonra düşerken sararmış. 10 kasım eskisi gibi anılmıyor . Ama o'nu anmak isteyen nasıl anacağını biliyor. Bu yıl bir kayıp daha oldu, eski anıları deşerken. Hakkında ne söylenirse söylensin, bir birlikteliğin oluşmasını engellese de , iktidarda çok başarılı olamasa da , Avrupayı ıskalamakla suçlansa da bir yaz günü mavi gömleği ile seslenirken, oy hakkı olmamamın ezikliğini içine atarak Taksim meydanında on binlerin içinden kafasını kaldırıp ona bakan gencin anılarını bir kez daha hatırlaması yine bu kasım ayına düştü. "Umudumuzu " unutmamak dileğiyle.

Monday, October 30, 2006

KEŞİF

Bugün eski bir dostumla beraberdik. Çok güvendiğimiz ortak paydamız üzerine inşa ettiğimiz yıllar içindeki dostluk binasını bugün bir kez daha sevgiyle yıkadık ve güçlendirdik. Bu arada dostum bana romanımın kahramanlarını sordu ve beni içimden fethetti. Böyle bir sohbeti hiç bir şeye değişebilir mi insan, düşündüm. Sonra o da sulu boya resimlerinden söz etti , akşam baktım, gezindim renklerinin içinde. Şiirsel isimleri ve onun gözüyle insanları kokladım.
Ne güzel şey bir dostunun labirentlerinde dolaşmak. Onu keşfetmek ne güzel.

Saturday, October 21, 2006

RADYO PROGRAMI


Bugün bir radyo programına konuk oldum. Sevgili Tunçel dostum beni NTV’deki programına davet etti. Programın öncesinde ve sonrasında olmak üzere 2 saate yakın sohbet ettik. Koçluk konusunda bana içeriği açıcı sorular sordu, birlikte güzel bir sohbet yaptığımızı düşünüyorum. Konuşma arasında çaldığı müzikler de harikaydı. Sanırım her ikimiz de bu konuşmadan sonra yeni bir şeyler öğrendik, zihnimize yeni sorular geldi ve onları aydınlatmak için düşünmeye yöneldik.
Programın sonunda Tunçel bir sonraki programına hazırlandı ve yeni bir konuğu geldi stüdyoya. Bu çok ünlü ve yetenekli müzisyenle sohbetine de kısmen katıldım. Ama program öncesi Anjelika Akbar’ın programda değinmek ve kendi besteleriyle bağlantı kurmak üzere getirmiş olduğu kitaba göz atınca gerçekten bir devrim yaşandı kafamın içinde. Yıllardır benim düşündüğüm ve anlattığım konuya sudaki titreşimler açısından yaklaşmıştı. Daha sonra Anjelika bana kitaptan bir parça daha gösterdi ( bu bilgi de beni sarstı) ve ben de ona konuyla ilgili başka bir kısa bilgi verdim. Üçümüz fazla derine inmeden konu üzerinde konuştuk . Sanırım bu konuşmalar Akbar’ın ezgilerinin dönmeye başladığı anlarda hepimize yeni düşünce tohumları attı.